Morva, kendi mütevazi çalışmasında Chicago okulunun oluşumu ve ilk gelişimini anavatanında izliyor, onu Amerikan düşünce geleneğinin içerisine, yani pragmatik felsefe içerisine yerleştirerek, bu geleneğin sosyoloji içerisinde giderek nasıl Chicago okulu olarak bilinen sosyoloji okuluna dönüştüğünü takip ediyor. Her ne kadar Chicago ekolü kent sosyolojisi, ekoloji, sosyal organizasyon, alt kültür çalışmaları gibi bir dizi farklı konuda etkili olmuş olsa da, Morva özel olarak bu okulun iletişim alanında yaptığı katkılara odaklanıyor. Çok erken bir tarihte iletişim olgusunu sosyolojik düşünceye sokan ve iletişimi basitçe bir araç olarak değil toplumsal hayatın özsel niteliği olarak gören Chicago okulu ve sık sık bu okulla özdeşleştirilen sembolik etkileşimciliğin iletişim sosyolojisine yaptığı katkı detaylı olarak inceleniyor eserde. Okul Albion Small, Wlliam Thomas, Goerge Vincent, Ernest W. Burgess, Robert E. Park, Charles Zeublin, William Ogburn gibi önemli sosyologların olduğu bir geleneğe dönüşmüş ve devamında Herbert Blumer, Louis Wirth Everett, Howard Becker, Anselm Strauss, Gary Fine, Erving Goffman gibi sosyologların yetişmesine ortam hazırlamıştır. Özellikle yeni gelişmekte olan ve önemli sosyal bir değişim gerçekleşen Chicago şehrini bir laboratuvar olarak kullanan bu sosyologlar, gangsterler, aylaklar, işçileri gibi farklı grupların etkileşimlerinde anlam örüntülerine odaklanmışlar ve nesnelere ve ilişkilerine atfettikleri anlamları ortaya çıkarmaya çalışmışlardır.
Bilim Olarak Sosyal Teori Pdf
Kısacası, Chicago ekolünün öne çıkardığı etkileşim kavramını refleksif bir şekilde Chicago okulu ve sembolik etkileşimciliğe de uygulamalı, böylece onların hangi pozisyonlar ve teorilerle etkileşim içinde kendi pratiklerini anlamlandırdığı ortaya konulmalıdır. Kısa bir giriş kitabı olarak hazırlanmış bu kitap, bir ilk adım olarak değerli olmasına rağmen daha geniş bir perspektif ile ele alınmaya ve geliştirilmeye muhtaçtır.
Eleştirel teori; Immanuel Kant, Georg Wilhelm Friedrich Hegel, Max Weber, Karl Marx, ve Sigmund Freud'un düşüncelerinin etkisi temelinde; sosyal ve beşeri bilimler bilgisiyle toplum ile kültür inceleme ve eleştirisine dayanan sosyal teori. Eleştirel teori, epistemolojik olarak; nesnelleştirici değil, düşünsel olduğu için doğabilimsel teorilerden farklıdır.[1]
Kavramın farklı köken ve geçmişlerle iki boyutu vardır: sosyoloji ve edebiyat teorisi. Diğer yandan "eleştirel teori", eleştiri üzerine kurulu teoriler için genel olarak kullanılan bir kavramdır. Eleştirel teorisyen Max Horkheimer'e göre bir teori; insanları, bulundukları kısıtlayıcı koşulları değiştirerek onları özgürleştirdiği kadar eleştireldir.[2]
Modernist eleştirel teori, politik-ekonomik bir sistem olarak kapitalizm ve endüstrinin evrimine eşlik eden hakimiyet ve adaletsizlik biçimleri ile ilgilenir. Postmodern eleştirel teori ise sosyal sorunları tarihsel ve kültürel bağlamlara dayandırarak, bu bağlamları veri toplama ve analiz etme süreçlerine dahil ederek ve bulguları göreceleştirerek siyasallaştırır.[6]
1960 ve 1970'li yıllardan itibaren dil, sembolizm, metin ve anlam; Ludwig Wittgenstein, Ferdinand de Saussure, George Herbert Mead, Noam Chomsky, Hans-Georg Gadamer, Roland Barthes, Jacques Derrida ile dilbilim, analitik felsefe, yapısal dilbilimi, yorumbilim, göstergebilim, yapısöküm alanlarındaki diğer düşünürlerin etkisiyle, beşeri bilimlerin teorik alanında görülmeye başlanmıştır.
1970 ve 1980'li yıllarda Jürgen Habermas, eleştirel teoriyi bir "iletişim teorisi" olarak yeniden tanımladığında, o zamana kadar var olan eleştirel teorinin yolu ikiye ayrıldı ve iki farklı tür oldu. Eleştirel teorinin bu her iki türü de insan tarafından yaratılan iletişim, kültür ve politik bilinç üzerine odaklanmaktadır.
İnsanoğlu yüzyıllar boyunca doğayı sınırsız bir kaynak olarak görmüş, onu hor kullanmış, kirletmiş ve çevre sorunlarının ortaya çıkmasına neden olmuştur. Bir tarafta hızla artan nüfus olgusu diğer tarafta ise tükenmekte olan doğal kaynakların varlığı insanlık için yeni çözüm arayışlarını zorunlu kılmıştır. Bu çerçevede ortaya koyulan çözüm, doğal kaynakların tamamen tüketilmeden, gelecek nesillere de aktarılmasının sağlanması olarak özetlenebilecek olan sürdürülebilir kalkınma anlayışıdır. Bu anlayış, özünde insana önem veren, mevcut nüfusun ekonomik ve toplumsal ihtiyaçlarının karşılanması için gerekli çaba sırasında gelecek kuşakların da ihtiyaçlarını gözeterek doğal ve kültürel kaynakların özenli bir biçimde tüketilmesini öngören sürdürülebilir kalkınma kavramını ortaya çıkarmıştır. Doğal kaynakların sınırlı olduğu ve tükenebileceği gerçeği karşısında çevrenin korunması ve bu durumun süreklilik arz etmesi kaçınılmaz olmaktadır. Bu çalışmada, sürdürülebilir kalkınma ve çevre kavramı arasındaki ilişki teorik olarak incelenmiştir 2ff7e9595c
Comments